Kast Tanımı Nedir? Gerçekten Bir Toplumu Ayakta mı Tutar, Yoksa Sessizce Çürütür mü?
Söylemekten çekinmeyeceğim: “Kast” kavramı, yüzyıllardır insanlık tarihinin en sessiz ama en derin yaralarından biri olmuştur. Kim ne derse desin, kast sistemi yalnızca bir “toplumsal düzen” değildir; insanın insan üzerindeki tahakkümünün en ince, en sistematik ve en yıkıcı biçimlerinden biridir. Peki biz hâlâ neden bu kelimeyi masum bir tanım gibi kullanıyoruz? Neden “kast tanımı” denildiğinde bile zihinlerimizde bir alarm çalmıyor?
Kast Nedir? Sadece Bir Sınıf Sistemi mi, Yoksa İnsanlığın Zinciri mi?
Kast, basitçe tanımlarsak, insanların doğuştan gelen özelliklerine, soylarına veya mesleklerine göre katı toplumsal gruplara ayrılmasıdır. Kişinin kim olacağı, ne yapacağı, kimle evleneceği ve hatta hangi haklara sahip olacağı doğduğu an belirlenir. Bu, kulağa sadece eski çağların Hindistan’ına özgü bir sistem gibi gelebilir. Ama durun… Gerçekten öyle mi?
Bugün hâlâ bazı toplumlarda soyadı, etnik köken veya doğum yeri, bir insanın değerini belirliyorsa bu kastın modern yüzü değil midir? Belki tapınak merdivenlerinde değil ama iş ilanlarında, sosyal çevrelerde, okullarda karşımıza çıkıyor bu sistem. O hâlde “kast” sadece tarih kitaplarında bırakılacak bir kavram değil, bugün hâlâ aramızda gezen bir hayalet.
Kast Sisteminin Derin Yaraları: Eşitsizliğin Meşrulaştırılması
Kastın en büyük sorunu, eşitsizliği doğallaştırmasıdır. İnsanları doğdukları sınıfa hapseder, bu hapsi “düzen” adı altında meşrulaştırır. Bu düzen içinde “üst kast” yetenekli veya çalışkan olduğu için değil, sadece şanslı olduğu için üsttedir. “Alt kast” ise beceriksiz olduğu için değil, sistem öyle emrettiği için aşağıdadır.
Burada sormamız gereken rahatsız edici bir soru var: Bir insanın kaderi, doğduğu evle mi çizilir? Eğer cevabınız “hayır” ise, kast sisteminin en temel varsayımıyla çelişiyorsunuz. O zaman neden hâlâ toplumda bu tür görünmez sınırları kabul ediyoruz?
Gelenek mi, Baskı Aracı mı?
Kastı savunanların en yaygın argümanı geleneksel düzeni koruduğudur. “Toplum böyle daha uyumlu olur” derler. Ama bu uyum, kimin pahasına? Alt kasttan milyonlarca insanın eğitim, sağlık ve adalet gibi en temel haklardan mahrum kalması pahasına mı?
Gelenek uğruna insan onurunu feda etmek, aslında düzen değil, baskıdır. Bu baskı öyle içselleştirilmiştir ki, çoğu zaman mağdurlar bile bunu sorgulamaz. Çünkü sorgulamanın kendisi bile “yasa dışı” veya “günah” sayılır. İşte bu noktada kast, sadece toplumsal bir düzen değil; düşünceyi esir alan ideolojik bir zincire dönüşür.
Modern Dünyada Kast: Yeni İsimlerle Aynı Düzen
“Artık kast sistemi yok” demek kolaydır. Fakat modern dünyada kast, yeni isimlerle varlığını sürdürür: sınıf ayrımı, nepotizm, elitizm, sosyal çevrecilik… Tüm bunlar aslında aynı zihniyetin farklı maskeleridir. İş dünyasında soyadı, eğitimde okul adı, siyasette aile bağlantısı; hepsi aynı sorunun farklı yüzleridir.
Şu soruyu kendinize sorun: Gerçekten meritokrasi mi yaşıyoruz, yoksa kastın kravat takmış hâlini mi?
Sonuç: Tanım Yetmez, Mücadele Gerek
Kastın tanımını yapmak kolaydır: Doğuştan gelen özelliklere göre insanların sınıflara ayrılması. Ama mesele sadece tanım yapmak değil. Kast sistemini anlamak, onun sadece tarihsel bir olgu değil, bugünün dünyasında da yaşayan bir zihniyet olduğunu görmekle başlar.
Kastı ortadan kaldırmanın yolu, onu sadece “geçmişte kalan bir sistem” olarak görmek değil, bugünkü hayatımızdaki izlerini de sorgulamaktır. İnsanları doğdukları yerle değil, ürettikleri değerle değerlendirdiğimiz bir dünyada ancak gerçek eşitlikten söz edebiliriz.
Belki de asıl soru şu: Kastı tarihte bırakamadığımız için mi eşitlik hâlâ bir hayal?